Tulumba
29 Haziran 2024 Cumartesi
Eee sen böyle bütün gün dükkanda mı oturuyorsun? Hiç gezip dolaşmıyor musun?
Bu soruyu farklı şekilde her aklına geldiğinde soruyor. Ben de her seferinde geçiştiriyorum.
İş güç var oğlum diyorum. Pazar günü gittik ya..
Bütün bir hafta da, bir pazar . Bak bir sürü koy varmış. Gitsek ya! Böyle ot gibi çalış çalış nereye kadar?
Her yaz tatilini benimle geçirip, Yeme, içme, yatma problemini benim evde kalarak çözmüş bu arkadaşım yine bana çok çalışmamam gerektiğini, parayı mezara mı götüreceğim sorunsalını kafama işleyip ,elini cebine atmadan gezip dolaşmanın derdinde.
Oğlum, adam gözlüğünü bıraktı. Akşam alacak. mecburen bekleyeceğiz. Sen çık dolaş . bak millet denize giriyor. Sen de git belki ortamlara girersin diye yol gösteriyorum.
Omuz silkiyor.
Tek başına deniz’e mi girilir?
Haklı tabi. Eskiden olsa girerdi. Şimdi bu pahalılıkta denize girmeyi göze alamıyor. Migros’tan 2 bira, bir çerez, 1 sigara alsa, gitti günde 400-500 lira. Bir yol parası ile geldiği tatilde mecburen benim mesaime uymak zorunda kalıyor zavallı. İçi gitse bile burda beni beklemek zorunda.
Çocukluk arkadaşım olmasına rağmen hayatıma tam anlamıyla girişi son 6 senelik bir hikaye. Çocukken aynı mahallede geçirdiğimiz 2-3 yıllık arkadaş ortamında yaşamışlığımız. Batarya da maç yapmışlığımız vardı. Ama o kadar, sonrasında yollarımız ayrıldı. Seneler sonra bir restoranta göz aşınalığımız bizi birbirimize yakınlaştırdı. Ben çocukluğumdan bir iz, kopuk kopuk anılar peşinde koşan biri olarak fazlaca hareretle yaklaştığım o günden beri peşimden hiç ayrılmadı. Ev ile arası bozulduğunda bana geldi, İşten çıkarıldığında soluğu benim yanımda aldı, Eşinden ayrıldığında yine benim yanımda efkar attı.
Aslında bencilliği ve rahatına olan düşkünlüğü ile çekilir biri değil, ama bir yönü var ki, konu açmasını ve karşısındakini konuşturmasını iyi biliyor.
Geçen gelişinde mesela. Amos gezisinden dönerken Karnım çok acıktı kanka, bir şeyler atıştırsak? diye laf attığında
Bir saat sabret oğlum. Dünden kalan yemekler var. Yoldan da karpuz alırız diye karşılık verdim. Suratını asıp susması 10 dakika sürdü. Sonra heyecanla bağırdı.
Dur, dur. Şurda dur.
Dur dediği yer, Gelincik sapağının orası. Parmağıyla gösterdiği yerde hafifçe bir tepede yoldan 30 metre kadar uzakta tabelasında Tat lokantası yazan yeşillikler içinde bir kulübe.
Ya oğlum ne işimiz var orda. Gidelim işte evde şey yaparız.
Kulübenin bahçesinde ki kırmızı bir şeyi göstererek,
Oğlum böyle bir şeyi başka yerde göremezsin. Burası belli ki çok özel bir yer. Bak hissediyorum, buranın yemekleri de çok güzeldir. Bana dua edeceksin oğlum.
Arabayı yol kenarına park ederek patika yoldan tırmanmaya başladık.
Tepede bahçe çitlerinde bizi karşılayan bir boz eşekle, aşağıdan gösterdiği kırmızı şey, tulumba oldu. Ben bir iki esneme hareketi yaptıktan sonra üzerinde su dolu sürahi ve içi ekmek dolu plastik ekmek sepetin olduğu bir masaya oturdum. Çengel, hemen tulumbaya koştu. Kolunu çocukça bir duyguyla defalarca kaldırıp indirdi. Tulumbanın ağzından ilk su akıntısıyla kendinden geçti. Elini yüzünü yıkadı. Bolca su içti. Islak ıslak masaya oturdu.
Böyle bir su olamaz. Kanka. Soğuk ve içimi çok lezzetli. Bu şifadır lan. Suyu güzel olanın yemeği de güzeldir. Bak şimdi tarih yazıyoruz usta. Evde dünden kalan yemekleri yiyecektik, burada lezzet yiyeceğiz. Burda vitamin var, şifa var. Bu dağa, bu ağaçlara, bu suya baksana.
Çevreye bakınca hak vermemek mümkün değil. Hele su hakikaten güzel. Ekmek te benim eski esnaf lokantalarında görmeye alıştığım gibi bol ve taze. Suratsız bir adam masamızı sildi. Tabak kaşıkları koyup gitti. 2 dakika sonra kuru fasulye ve pilavla geldi. Biz şaşırdık.
Biz daha sipariş vermedik dedim.
Başka şey yok diye karşılık verdi. Gitti, bir daha geldiğinde yoğurt ve salata tabakları vardı elinde. Masaya koyarken hesabı uzattı. 700 lira.
Bozuldum.” Kaçıyormuyuz?” diye içimden geçirdim. Parayı bozuk bir suratla uzattım. Ama kuru fasulyeden bir kaşık alınca bu paraya bu lezzet az diye geçirdim içimden. Yüksek sesle konuşamıyorum, Çengel’in ne masraf çıkaracağını bilmediğimden belki böylesi daha iyi. Yeriz ve kalkarız diye düşünürken, Çengel elinde kuru fasulye tabağı ile adama yöneldi.
Abi belli ki tereyağı ile yapmışsınız. Ama böyle bir fasulye yemedim ömrümde. Bu nerenin tereyağı?
Ya alıyoruz bir yerlerden deyip geçiştirdi.
Bu elinde tabakla yüzü morarmış şekilde döndü. Ondaki hırsı gördüm. Pes etmeyecek. Daha önce tüm mekanlarda garsonundan şefine, mekan sahibine kadar herkesi konuşturmuş bu adam, böyle kolay pes edemez. Yoğurda pilava hırsla kaşık sallarken, bana da izlenimlerini sunuyor.
İçeriye baktım. Doğru düzgün ekip ve ekipman yok. Yemekleri kendi yapıyor olmalı. tencere yemeği bunlar belli. Konuşmayı sevmiyor ama ben bunu bülbül yapacağım sen merak etme.
Eline salata tabağı alıp tekrar adama yöneldi.
Bu nasıl bir zeytinyağı böyle? Ustam, bu zeytinyağından varsa 5 kilo alabilir miyiz?
Köyde var diye kısa kesti adam. Elinde tabakla kala kalan Çengel, adama burun mesafesinde yaklaşıp burnunu çekti.
Sen içki mi içiyon usta ? dedi. Zaten yanaklarından belli. Bu kızıllık içkiden dedi. Sonra yeni bir şey keşfetmiş gibi gülerek Valla, benimle burada bir duble içmezsen ben burdan gitmem dedi.
Şimdi ben böyle bir şey söylemeye cesaret edemem. Ama Çengel söyler. Ben, söylesem kavga sebebi olacak şey, o söyleyince farklı oluyor. Adam masayı toplayıp uzunca bir süre oyalandıktan sonra 3 duble rakı ve peynir ile masaya geldi.
İnatçı ve berbat adamsın dedi. Senin gibilerini tanırım. İstediklerini almadan gitmezler deyip kadehini şerefe diyerek uzattı. Şerefe sonrası, eee anlatın bakayım. Siz nereden geliyorsunuz ? dedi.
İkimiz de İstanbulluyuz dedi Çengel. Ama bu şahıs diyerek beni gösterdi.
10 yıldır burada. Gözlükçü dükkanı var. Ben de karayollarından emekliyim. Bizi bırakta usta, sen ne ayaksın ? dedi.
Yerin dibine geçtim. Bu nasıl bir konuşma? Sanki 40 yıllık ahbabımız. Konuşmasını sürdürdü.
Böyle bir gizem yapmışsın. Böyle sert rollerdesin. Ne ayaksın abi sen?
Nasıl cevap verecek diye yüzüne dikkatle bakınca adamın esnaf görüntüsünden sıyrılıp demin başında duran beyzbol şapkasını attığını, tepede topladığı saçını serbest bırakıp 2 eliyle geriye doğru atarak bambaşka bir kimlikle konuşmaya başladı.
Bu Macit kardeşiniz dedi, ismini de belirterek, emekli bir F16 pilotu .Bir emeklilik bir de ayrılık bizi farklı arayışlara itti, buraya kadar getirdi. Burası baba toprağı. 452 metre kare bir arazi. Vaktiyle bir sürü arazi varken, başında kimse durmadığı için, bir kısmını yola, bir kısmını muhtarlığa katmışlar. Köydeki bütün resmi yerleri, okulu, sağlık ocağını, pazar yerini, muhtarlık binasını arayan soran yok diye pederin arsaları üzerine yapmışlar. Şimdi hepsiyle mahkemeliğim. Burayı nasıl değerlendiririm diye düşünürken depoda bulduğum bu tulumbayı buraya kurdum. Ama su yok tabii. Tulumbanın altına 5 tonluk bir depo yaptırdım. Depoya da bu evin arkasından altından boru döşedim. Bunu niye yaptığımı da bilmiyorum. Sonra dışardan getirdiğim suyla doldurdum tankeri. Biraz tepede olmama rağmen doğal sudur diyerek üşenmeden bu sudan içenleri görünce, burayı restorana çevirdim. Zaten tulumbayı gören mest oluyor. Doğal kaynak suyu zannediyor. Köydeki az sayıda dostlarımdan aynı zamanda akrabamız Halime teyzeye 2, en fazla 3 çeşit yemek yaptırıyorum. 12 gibi motorla getiriyorum. ısıtıp ısıtıp satıyorum. Nasıl iyi mi?
Ben lafa girdim.
Sen Halime teyzeyi kaçırma dedim.
Güldü. Bu işi ne kadar sürdüreceğim belli değil. Bakarsın yarın bırakır, başka bir yere giderim diye karşılık verdi.
Bu uzunca sohbet bir duble ile bitmedi tabii. Çengel, abi dağ başında ev yemekleri ilk kez görüyorum. Buraya et koysan , ızgara, tandır, sabahları kahvaltı… Manyak iş yapar dedi.
Manyak işe ihtiyacım yok dedi. Bir kere vejetaryenim, et hizmeti vermem. Ayrıca çok iş olsa ne olacak? Parayı ne yapayım? Ben kendime yetiyorum. Çok şey istemesinler diye asık suratla gezmekten de yoruldum. İlk kez sizinle doyasıya konuşuyorum. Demek ki, benim de ihtiyacım varmış dedi.
Macit dedim, bir ara yarın bir bakarsın burayı terk ederim dedin. Bıraksan ne yapacaksın?
Buraya gelmeden önce bir ara otobüs şoförü olacaktım. Son anda vazgeçtim. Belki yine denerim dedi.
Çengel, onaylar anlamda başını salladı.
Akıllıca dedi. Anladım seni. Savaşçı ruh !. Eskiden rakibini düşürmek için savaşırdın, şimdi de yolcu kapmak için yarışacaksın.
Karşılıklı güldük. İçkili yola çıkmamıza izin vermeyip, evinde konaklamamızı istedi. O suratsız adamla sabah kahvaltımızı yapıp, en kısa zamanda görüşmek üzere ayrıldık. Ve sonra hep gittik, hep gittik, bir pazar gittiğimizde hiçbir şey bulamadık. Macit, toz olmuştu. Telefonlarımızı bile açmadı.
Metin TURANLI
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız |
kaynak: https://optisyeninsesi.com/tulumba/